Bir yıllık gezinin ardından…

5 Mart 2017’de başladığım gezimin, bugün (5 Mart 2018) itibariyle tam birinci yılı oldu. 10 Mart için de Türkiye’ye dönüş biletimi aldım. Aslında tam bir yıl olunca dönerim diye planlamamıştım öyle denk geldi. Tüm gezi boyunca en fazla bir hafta sonrasını planlayıp gezdim. Bazen yarın nereye gideceğim belli olmadan gezdim. Bu şekilde gezmek beni çok daha özgür hissettirdi. Daha önceki kısa gezilerde hiç bunu yaşamamıştım. Bir de sonrasında hep işe döndüğüm için gezi boyunca iş konuları sürekli  aklımda olurdu. Bu gezide onlar da olmayınca baya özgür ve boş bir kafa ile gezdim, çok da güzel oldu.

İnsan çabuk unutuyor. Şimdi bakıyorum sanki Asya’yı yıllar önce gezmişim gibi geliyor. Oysa sadece aylar önceydi. Yurda dönünce muhtemelen daha çok unutmaya başlayacağım, o yüzden gezinin değerlendirmesini hala yoldayken yapmak istedim. Bunu da sizden gelen soruları cevaplayarak yapmak sanki daha güzel gibi geldi. Bu yazıyı Brezilya São Paulo şehrinde yazıyorum.

Bir yılın boyunca hatta geziye başlamadan önce hem arkadaşlarımdan hem de takip edenlerden gelen, en çok sorulan soruların yanıtları nelermiş bakalım. Pek düşünmeden direkt doğaçlama yazıyorum.

En çok sorulan sorular ve cevapları

Tek başına gezerken korkmadın mı?
Canlılar için korkmak en doğal duygu. Doğadaki en güçlü canlı bile korkar. O yüzden korkmak kötü bir şey değil bence tam tersi iyi bir şey. Korku ile gelen adrenalin ise en büyük yardımcımız. Korku ile mücadelede öyle çok felsefi bir çözüme gerek yok aslında vücudumuz gerekeni yapıyor. Gezerken elbette hırsızlık, hastalık, kaza vb. kötü olaylara karşı korkularım oldu. En çok hasta olmaktan korktum çünkü hasta olmayı hiç sevmiyorum. İkinci korkum ise hırsızlık oldu çünkü yolda en çok başımıza gelen kötü olay genelde oydu.

Korkularım ile baş etmek için neler yaptım? Öncelikle sağlık sigortası yaptırdım. Hem yurtdışında hem de Türkiye’de geçerli sağlık sigortası. Gelmeden aşılar için doktora gittim, uygun gördüklerini yaptı. Yolda ise beslenmeme dikkat ettim, vitamin içtim düzenli olmasa da. Japonya dışında hiç çeşme suyu içmedim. Dağda taşta gezerken bir yerimi kırmayayım, burkmayayım diye dikkat ettim. Bazen pis olduğunu düşündüğüm hosteslerde uyurken maske taktım. Bu sonuncusu garip gelebilir ama boğaz enfeksiyonu en çok uyurken bulaşıyor. Asya’da 10 gün boğaz yüzünden yattıktan sonra bunu yapmaya başladım. Yurtdışında hastane deneyimim de oldu. İşlemler bizdekinden çok da farklı değil. Doktorlar genelde İngilizce biliyor. Hastaneden faturaları aldıktan sonra Türkiye’ye dönünce sigortadan parasını alabiliyorsunuz.

Hırsızlık için ise yanımda 2 kredi kartı, 2 atm kartı vardı. Nakit para çok büyük miktarda yanımda hiç taşımadım, en fazla 2000 TL civarıydı. Kartların yedeklerini büyük çantada, günlük kullanımları (hep yanımda) küçük çantada taşıdım. Pasaportumu ve acil durum parasını (100 Dolar) ayrı bir küçük çantada, hosteldeki kilitli dolapta bıraktım. Yoldayken de küçük çantada, onu da hep yanımda taşıdım. Özetle büyük çantada kıyafet dışında genelde çok değerli bir şey yoktu yolculuk sırasında. Çalınsa kıyafetleri geri almak çok zor olmazdı.

Bunların dışında tehlikeli olan mahallelere pek girmedim, gece geç saatlerde pek dolaşmadım. Birkaç kez otobüs ya da uçak geç saatlerde ulaştı. O zamanlarda da taksi veya metroyla hostele gittim.

Kan grubumun ve acil durumda aranacakların numarasını bir karta yazıp, cüzdanımda taşıdım. TC Konsolosluk telefon numarasını da yazdım bu karta. Pasaport ve kimliklerin fotoğraflarını çektim, kaybolma ihtimaline karşı internetten ulaşabilmek için kendime mail attım. Aldığım tüm biletlerin, bindiğim otobüslerin, pasaport kontrol kağıtlarının fotosunu çekerek telefonda bulundurdum. Tüm bunlar “yolda çok iş varmış ya” dedirtebilir ama bir süre sonra alışkanlık oluyor. Zaten telefon hep cebimde, fotosunu çekmek saniyelik iş. Bu arada çok pahalı bir telefon almadım yanıma, iPhone SE kullandım tüm gezi boyunca. Fotoların çoğunu da bununla çektim.

Tek gezerken en yakın dostunuz akıllı telefon. Açıkçası kendimi güvende hissetmemde çok yardımcı oldu. Birkaç ülke dışında genelde hep lokal sim kart aldım. Böylece çoğu zaman internetim oldu ve eş, dost, aile ile iletişimde kalabildim. Map uygulamaları sayesinde nerede olduğumu, bir yere nasıl gideceğimi bulabildim. Hostelleri varmadan önce seçtim, ulaştığımda nereye gitmem gerektiğini hep biliyordum. Banka ve kredi kartları için uyarılar kurdum ve herhangi bir kötü amaçlı kullanım olursa anlık bildirim alabilecektim. Tüm bunlar yolda hem işimi kolaylaştırdı hem de korkularımı azalttı.

Yinede tüm bunlara rağmen öngöremediğim kötü bir olayla karşılaşırsam, dünyanın herhangi bir yerinden yurda dönüş bir bilete bakar diye düşündüm. Gerçekten de öyle. İnternet bulup yakınlarınıza ulaşabilir, bilet ve para işini çözebilir; yurda kolayca dönebilirsiniz. Bu düşünce ile bazen dönüş bileti fiyatlarına baktığım oldu. En kötü dönerim ucuz bilet de var deyince içim biraz rahatlıyordu.

 

Tek başına gezerken sıkılmıyor musun?
Tabiki sıkıldığım zamanlar oldu. İnsan bazen sadece birisi ile konuşmayı bile çok özlüyor. Ya da ‘baksana şu ne güzelmiş’, ‘şu ne çirkinmiş’ vs demek istiyor. Açıkçası bu geziyi sevdiğim kişiyle yaparım diyordum ama olmadı. Tek olmaya alışkınım, İstanbul’da uzun süredir tek yaşıyordum. Tek olmak, gezerken size hız kazandırıyor orası kesin. Karar vermek ve onu yapmak için tek beklediğiniz şey kendiniz oluyorsunuz. Bir diğer artısı da hostelde yeni insanlarla tanışmak ve onlarla takılmak daha kolay oluyor.

Çift gezenler için kesin kavga ediyorlardır deniyor, doğrudur; çünkü yolda insan yoruluyor ve bazen en basit şeyden kavga çıkarabiliyor. Peki sizce tek olunca kavga olmuyor mu? İnanması garip ama tek bile olsanız kavga oluyor. Kiminle mi? Kendinizle. Yemek ararken, hostel seçerken, otobüs bileti alırken hep kendiniz karar veriyorsunuz. Bir sorun çıkınca ‘ben sana orada yiyelim demedim mi?’, ‘O bileti ucuz diye aldın al gör ebeni (kendime daha beter küfürler ettiğim de oldu)’ diyerek kendimle ne kavgalar ettim. Ilk olarak küçük çantayı öne, ardından büyük çantayı sırta takmak gibi düzenim var; hostele vs. ulaşınca ilk büyüğü çıkarmak için. Bazen unutup tersini yapıyor ve o yorgunlukla büyük çantayı çıkaramıyordum. Bir kere bu yüzden kollarım birbirine dolandı ve çıkaramadım. Kendime nasıl kızıyordum. Yani kavgadan, sinirden yalnızken bile kaçış yok. Neyse ki barışmak daha kolay oluyor, ‘ya sakin ol, yol hali boşver’ demek yetiyor. Hemen barışıyorum kendimle.

Hostelde birçok yeni insanla tanışıp, konuşmak, birlikte gezmek mümkün. Ama ilk tanışmada sohbet rutin olduğunda, bir süre sonra aynı şeyleri anlatmaktan sıkıldığım oldu. Bazen İnstagramı açıp bak işte buraları gezdim diye telefonu verdiğim oldu.

Bir de en büyük sorunu yaş konusunda yaşadım diyebilirim. Genelde hostelde kalan gezginler 20’li yaşlarda, 28 olan kendine büyüğüm diyor. Bazen en yaşlı ben oluyordum, bu hiç eğlenceli olmuyor. Diğer bir sıkıldığım zaman; herkesin İspanyolca sohbet edip, dili bilmediğim için katılamadığım anlardı. Yahu herkes mi öğrenip gelmiş dediğim çok oldu.

Yine de tüm bunlar küçük sıkıntılar, artılarına bakarsak tek gezmekten hiç pişman olmadım. Bir sürü insanla tanıştım, konuştum, birlikte gezdik. Bazen Türk arkadaşlar ile buluştuk birlikte gezdik. Hepsi ayrı ayrı güzeldi.

 

Dönünce ne yapacaksın?
Yola çıkmadan önce en çok sorulan soru buydu. Daha gezmeye başlamadan dönüşü soran çok oldu. Buna üzülüyorum çünkü işe güce o kadar çok önem veriyoruz ki, işsiz kalmak dünyanın sonu gibi geliyor. Eskiden bundan bende çok korkardım. Bu korkumdan aslında geziye çıkmadan çok önce kurtulmuştum. Şimdi gezip gördükten sonra ise artık hayatımın büyük kısmını para için yaptığım işin oluşturmaması gerektiğinde eminim. Para kazanmak çalışmak tabiki gerekiyor bu konuda fikrim değişmedi  ama para kazanmak uğruna bir işin kölesi olmak istemiyorum. Bu çok çalışmak istemiyorum diye anlaşılmasın. Sevdiğim bir iş bulursam sabahlara kadar çalışmak istiyorum, hatta o şekilde çalışmayı bile özledim.

Şimdi, dönünce ne iş yapacaksın sorusunun cevabına hazır mısınız? Cevap basit “Bilmiyorum”.

Bilinmezlik korkucu geliyor insanlara o yüzden herkes dönünce ne yapacaksın diye soruyor. Oysa bana göre bilinmezlik artık heyecan verici bir duygu. Plan yapmaya karşı değilim ama herşeyi tane tane planlamak ve gerçekleşmeyince de üzülmek yerine hayaller yapıp onlara giden yolda akışına göre şekillenmek, esnemek bana daha makul geliyor. Böylece o yolda çıkan sorunlara o kadar üzülmemiş oluyorum. Yoldayken bunu çok kullandım ve küçük kötü olaylara hiç canımı o kadar sıkmadım.

İş olarak ise, yoldayken şunu yaparım belki diye bazı fikirlerim tabiki oldu ama henüz bir karar vermiş değilim. Gezerken İngilizce konuşma konusunda çok pratik yaptım. Bu çok büyük bir artı oldu bence. Gramerim pek gelişmedi ama biriyle İngilizce iletişimim çok daha rahat artık. Bunu bir sonraki işimde kullanabilirim.

Bildiğim işleri yine kolayca yapabilirim ya da yeni bir iş kolu deneyebilirim. Bu konuda en büyük kazancım, yeni bir iş kolu denemeye korkularımın azalmış olması.

Dönünce ne yapacaksın konusunu yoldayken diğer Türk gezginlerle de konuşmuştuk; çoğu ne yapmak istemediğini biliyor ancak ne yapmak istediklerine tam cevap veremiyor, ne iş yaparım konusu biraz arada kalıyor. Bence bu konuda tek bir doğru yok. İstersen eski işine dönersin, istersen yeni iş bulursun, istersen başka ülkede iş arar bulursun. İstanbul’dan kaçar köye de yerleşirsin. Şili’ye gelip restoran da açarsın. Gittiğin yerlerde part-time çalışıp da gezmeye devam edersin. Bunları sadece laf olsun diye yazmıyorum, yolda her birini gerçekleştiren insanlarla tanıştım. Bütün bunları görünce anladığım; çalışmak istedikten sonra iş ve para her yerde bulunabilir. Gezmek ise bunları yapacak cesareti artırıyor. Yolda o kadar çok şeyi çözmeniz gerekiyor ki bunlarla baş etmeyi öğrendikçe yeni bir iş, yeni bir hayat hiç korkutucu gelmiyor.

 

Bir yıl gezmek sende neyi değiştirdi?
Bu soruyu Patagonia’da minibüs beklerken Fransız bir çift sordu. Daha doğrusu kadın olan sordu. Bu soruyu çok sevdim, çünkü bu konuyu pek düşünmemiştim. Biraz düşündüm ve dünyaya bakışım değişti dedim. İçinde yaşadığımız dünyayı ne kadar gezersek o kadar tanıyoruz. Kendi şehrimiz ya da kendi ülkemiz bize çok güzel ya da bazen çok kötüymüş gibi geliyor. Çünkü en çok onu görüyoruz ve onunla hatıralarımız var. Sevdiğimiz şeyler sanırım hatıralar ile oluşuyor. Ratatouille filminde huysuz gurmenin en sevdiği yemek aslında annesi ile en güzel anılarından biriydi. Sadece yemek değildi onu özel yapan. Gezmek de böyle bir etki yaptı sanırım bende. İçinde yaşadığımız dünyayla daha çok anım oldu. O yüzden ona olan sevgim de arttı.

Başka ne değişti derseniz tüketim alışkanlıklarımı değiştirdim. Yoldayken zaten çok az eşya ile bir yıl yaşadım. Bazen kendimi çok tipsiz ve pasaklı hissettiğim oldu tabi ki; ama yine de gereksiz kıyafet, eşya vb. almak istemiyorum artık. Patagonia’da naylon torba yoktu ve geri dönüşümlü çantamız ile markete giderdik. Oradan dönünce naylon torba almak garip geldi, Türkiye’ye dönünce artık naylon torba kullanmayacağım. Bir de yemek yapmayı hala sevemedim; ama onu geliştirmek istiyorum.

 

En çok nereyi beğendin?
Herkesin zevki farklıdır, dolayısıyla benimki de öyle. Ben daha çok dağ taş, dere tepe, eski tarihi kalıntılar, doğal köyler, renkli kıyafetler, kahve, düzen ve temiz sokaklar vs sevdiğim için değerlendirmemi buna göre yapacağım.

İlk olarak Asya’da favori ülkem Japonya, favori şehrim ise Kyoto. Daha sonra Tayland ve Endonezya var. Bu üç ülkeye de tekrar gitmek istiyorum. Tayland’da kuzeyi çok sevdim. Zaten güneye hiç inmedim, tekrar gitmek için sebebim zaten hazır. Endonezya ise çok büyük ve gitmediğim bir sürü ada var. Bali ise en sevdiğim adası oldu, oraya yine gitmek isterim. Filipinler’e ise dalış yapmayı öğrenerek bunu geliştirmek ve güzel dalış yerlerini deneyimlemek için tekrar gitmek isterim.

Güney Amerika’da ise favorim Şili. Bunu hiç beklemiyordum, en seveceğim Kolombiya olur sanıyordum ama Şili kazandı. Kolombiya ikinci, Arjantin ve Peru ise üçüncü. Şili’de tabi ki Patagonia, Chiloé adası ve çevresi. Arjantin’de yine Patagonia ve Buenos Aires. Şehir olarak tüm kıtada en çok sevdiğim tek yer. Peru ise sanki yeni dünyada hala var olan maya ruhu gibi bir ülke, anlatması zor.

 

Nerede yaşanır?
Benim yaşanılır yerden anlayışım özgürlük, huzur ve güvenlik. Oranın doğası, iklimi ve yemekleri. Bunları göze alırsak Tayland’ın kuzeyinde Chiang Mai’de yaşanır bence. Japonya’da Kyoto’da yaşanır. Şili’de Chiloé adasında. Yine Şili’de Santiago’da yaşanır (hatta en çok yerleşen Türk ile burada karşılaştım). Arjantin’de ise Buenos Aires. Kolombiya’da Salento kasabası.

Türkiye’den gitmek başka ülkede yaşamak gibi bir niyetim yok şu an ama sevdiğim bazı ülkelerde 1 yıl kalıp tüm mevsimlerini, en köşe bucak yerlerini gezmek gibi bir hayalim var.

 

En çok neyi özledin?
Tabi ki arkadaşlar ve aile başta geliyor. Sonra Türk yemekleri ve kahvaltı. Bazen boş bir ev ortamı ve çamaşır makinesi. Bazen soğuk ya da serin hava, özellikle Asya’da nemden ölürken. Sıcak ülkelerde dondurma, genelde çoğu sıcak ülkede dondurma aşırı pahalıydı pek almadım. Pahalı ülkelerdeyken özel oda konforu.

 

Kötü bir olay oldu mu?
Öyle aman aman büyük kötü bir olay olmadı çok şükür. Tayland’da kafamı trende demire çarptım ufak bi dikiş atıldı. Hastaneye gitme maceram buydu. Boğazım her sene faranjit gibi bişey olur, çok zor geçer; Endonezya’da 10 gün o başıma geldi. Japonya’da gezinin tam ortasında fotoğraf makinesi düştü lensi kırıldı, sonra kullanamadım, o kötü oldu. Ekvador’da bir kere de yanlış şehirlerarası otobüse bindim (görevliye otobüsü sormuştum, bu otobüs dedi ama o otobüs değilmiş) 2 saat yol gittikten sonra fark edip indim, geri dönüp tekrar bilet aldım tekrar bindim. Başka pek hatırladığım kötü bir anı yok.

 

En garip olay neydi?
Kolombiya’da hostel bahçesindeki mariuana ağacıydı. Baya normal bir bitki gibi onu bahçeye ekmişler ve suluyorlardı.

Japonya’nın tamamı garipti zaten hangi birini yazayım? ama en garibime giden 2 olay, otobüs durağında araçlara ve yayalara yardım eden, dur kalk yapan 3 adam vardı. Kyoto da ise yine otobüs durağında çiçekli böcekli minderler vardı. Ulen bunları kimse alıp gitmiyor mu dedim, ama Japonya’da hırsızlık yok gibi bir şey.

 

Kaç para harcadın?
İlk ay her şeyi bir mobile app ile yazıyordum. Yemekten hostele, sudan, otobüs biletine kadar. Sonra bu yazma işini bıraktım. Zaten belli bir bütçe sınırım vardı, hostel şu kadarsa iyi, yemek şunu aşmıyorsa iyi gibi. O yüzden ot bok herşeyi yazmayı bıraktım. Genel bütçeyi zaten ATM ve kredi kartı hareketlerinden görüp hesaplıyordum aralarda. Bir yılda toplam giden para 50-60 bin TL (2017 dolar kuru ile yaklaşık 20 bin dolar). Tam olarak henüz hesap yapmadım, o yüzden aralık veriyorum. Buna uçaklar vs. herşey dahil. En çok harcamayı konaklamaya yaptım, detaylarını döndüğümde Booking’den hesaplayıp yazarım.

 

Kaç adım yürüdün?
4 milyon adımı geçti. iPhone kendi adım sayma datasını kullandım. Telefon hep yanımdaydı çünkü.

 

Kitap yazacak mısın?
Benim gezi öyle çok farklı bir gezi ve macera içermiyor açıkçası. Tatil gibi değildi ama maceracı bir gezi de değildi. Normal gezilecek görülecek yerleri gezip gördüm, yeni insanlarla tanıştım konuştum. Kitap olacak kadar ilginç hikayelerim yok bence.

Bir de gezi kitabı herkes yazıyor, ben farklı bir şey olsun istiyorum ve gezi defteri yapayım diyorum. Çalışırken defter kullanmayı severdim. Not almak için bilgisayar ve tablete hiç alışamadım. O yüzden geziden fotoğraflar ve anılar içeren bir defter yapıp, eşe dosta hatıra diye vermek gibi bir fikrim var. İsteyen olursa da masrafı karşılığı gönderebilirim.

İkinci fikir ise çocuklar için bir şey olabilir. Kitap, web sitesi, çizgi film… Henüz formatını bilmiyorum ama onlara büyüyünce doktor, itfaiyeci, astronot gibi gezgin olma hayali de verecek bir içerik sunmak. Bu hayali bana çocukken veren tek kişi Barış Manço’dur. Hatta belki çoğumuza. Ancak bu, piyango çıkarsa yapılacak bir hayaldi biz çocukken. Yılbaşı piyangosu size çıksa naparsınız sorusunun cevabı, dünyayı gezerim olurdu hep TVde. Şimdi ise uçaklar ucuzladı, internet her işi kolaylaştırdı. İnsanları gençken gezmeye teşvik edecek bir şey yapmak istiyorum, bakalım.

 

Bundan sonra gezecek misin?
Dünya haritasına baktığımda hala çok boş yer var. Asya çok büyük ve ben çok az yerini gezebildim aslında. Asya’da diğer ülkelere gitmeyi istiyorum. Afrika kıtası ile maceram sadece 3 günlük Mısır gezisi, koca kıta beni bekler. USA, Kanada ve Alaska hiç gitmediğim oralar var. Masalsı ülkeler var Avustralya ve Yeni Zelanda. Avrupa şimdilik en son planda çünkü eskiden çok gittim. Ayrıca Euro noldu öyle ya…

 

Bu şekilde uzun gezmek isteyenlere tavsiyelerin neler?

Herkes böyle bir gezi için öncelikle para gerektiğini düşünüyor, oysa ilk şey para değil. Gezmek için para gerekiyor elbette ama önce yapmanız gereken şey bunu istemek. Benim ya da başkalarının gezisine bakıp ya evet bunu bende yapmak istiyorum diyorsanız (gerçekten) ilk adımı başardınız demektir. Bende, yolda konuştuğum diğer Türk gezginler de genelde böyle başlıyor süreç.

Sonraki adım ise para ve zamanı ayarlamak. Bir kere bunu kafaya koyduğunuz zaman kendi gelir ve giderinizi ona göre ayarlayıp para biriktirmeye başlayabilirsiniz. Bu herkeste farklı olacaktır o yüzden şunu yapın vs demeyeceğim. Yapmayın diyeceğim şey ise gereksiz şeylere para harcamayın. Mesela çok fazla dışarıda yemek, içmek, ya da ihtiyacınız olmayan kıyafetleri tekrar tekrar almak.

Üçüncü adım hazırlık. Yol için eşyaları almak, eviniz varsa kiraya vermek, kiradaysanız depoya eşyaları koymak vs. Bunların hepsini yaparak yola çıkanlarla tanıştım.

En zor kısımlardan birisi olan işinize ara vermek. Bakın işten çıkmak, tekmeyi vurup patrona istifayı basın çıkın demiyorum. Çalıştığınız işe ara verdiğinizi düşünün. Bir yıl çalışmadınız diye dünyanın sonu gelmez korkmayın. Ücretsiz izin alanı var, istifa edip çıkanı var, anlaşıp tazminatını alıp çıkan var. Yani çözüm size en uygun hangisi ise onu yapın ve işe ara verin.

Diğer adım ise yorulmaya hazır olun. Çünkü gezmek hiç kolay değil. Hem bedensel hem de zihinsel olarak baya yorucu. Yola çıkmadan önce sağlığınıza ve beslenmenize iyi bakın derim. Zihinsel kısmı için ise size destek olan arkadaş ve yakınlar çok faydalı oluyor. Benim arkadaşlarımın çoğu zaten gezgin olduğu için işim biraz kolaylaştı ama onlar dışında da İnstagram ile başka gezgin Türkler ile tanıştım. Buluştuk yazıştık vs.

Gezmenin öyle kesin bir kuralı yok, illa hostelde kal, otostop yap, ucuz yemek ye gibi. Siz kendinizi nasıl rahat ve mutlu hissediyorsanız öyle gezin. Benim yöntemim şuydu, sevdiğim yerde uzun kalıp keyfini çıkarttım, sevmediğim yerde ise kısa kaldım hemen bir sonraki yere geçtim. Başkalarının yorumlarını dinleyin ama çokta kafaya takmayın. Çünkü aynı yeri siz sevebilir ya da sevmeyebilirsiniz. Mesela ben Cusco da rainbow mountain çıkmadım. Herkes buraya gitmeyecek misin diye mesaj attı. Yani hem hastaydım hem de çok istemedim gitmedim. Amazon’a başka zaman giderim diye gitmedim mesela. Yani buraları kesin görmeli, şunu yapmadan gelme gibi bir kanıyla yola çıkmaya gerek yok bence. Kendi zevkinize göre gezin, kesin çok daha güzel oluyor.

Son olarak hala korkuyorsanız bu çok normal. O yüzden şunu gezerken hep hatırlayın bence, eğer gezmeyi beğenmezseniz dönersiniz olur biter. Bu sizin hayatınız, denemiş olursunuz ve aklınızda kalmasından iyidir. Yola çıkıp da pişman olana rastlamadım, ben de dahil. Verdiğim en güzel kararlardan biriydi.

 

 

 

One thought on “Bir yıllık gezinin ardından…

  • Aydan

    (5 Mart 2018 - 15:35)

    Çok samimi çok güzel bir yazı olmuş Ayroca gel artık özledik

Aydan için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.